Work

 

SÖYLEŞİ: ALİ RIZA SEYFEDDİNİ, MERYEM REİSDÂNÂ

SİMULTANE ÇEVİREN: HAŞİM HÜSREVŞAHİ

SÖYLEŞİ: BİLAL KOLBÜKEN

 

Ağustos başında İran’dan iki genç yazar dergimize konuk oldular, bu yazarlardan Meryem Reisdânâ 13 Aralık 1967 Tahran doğumlu. Tahran Fransız Dil ve Edebiyatı bölümü mezunu. Kısa öykü, zaman zaman şiir yazıyor, Geçiş (Öyküler, 2003 )  adlı bir kitabı bulunuyor; Bu Etrafta Bir Yer adında bir öykü kitabı da yakında İran’da yayımlanacak. Laflar (Söz Atmalar) da (minimal öyküler) yakında yayımlanacak. Son çalışmalarını Kelk edebiyat dergisinde yayımlıyor. Ayrıca İran’daki birçok edebiyat sitesinde de yazıları yayımlanıyor; Fransızca’dan Jacques Prévert’ten çevirdiği şiir kitabı bulunuyor. Diğer konuğumuz Ali Rıza Seyfeddini ise 21 Mart 1967 Tebriz doğumlu. İngiliz Dili ve Edebiyatını yarım bırakmış. Temel olarak edebiyat eleştirisi üzerine ürünler veriyor. Mekan-Öykü (2001) adlı bir edebiyat teorisi kitabı bulunuyor; Yaşar Kemal’in Çakırcalı Efe kitabını, Sinbad adlı Binbir Gece Masallarının yeniden yazımı çalışması bulunuyor (1992); Yitik Karabasan, Hüseyin Saidi’nin eserleri üzerine bir eleştiri kitabı bulunuyor, Erdal Öz’ün Yaralısın adlı kitabını Farsçaya çevirdi; Ahmet Altan’ın İsyan Günlerinde Aşk adlı kitabını da Farsçaya çevirdi: İran’da yayımlanan Adine (şimdi kapatıldı) Tekapu, Devran, Vuslat Devranı, BAYA, Karname dergilerinde eleştiri ve yazılarını yayımlıyor.

 

Kül Eleştiri: İran’lı bir yazar olarak Türkiye’yi ve Türk Edebiyatını nasıl görüyorsunuz; İran halkı ve aydınları nasıl görüyor?

 

Ali Rıza Seyfeddini: İrandaki gazetelerden biri de bu soruyu sormuştu, Türkiye’nin romanı birçok yönden İran romanından çok daha ileride, bunun birçok nedeni olabilir ancak bunların başında siyasi, politik nedenler gelir; insanların bakış açısı, roman sınırların kalkmış olduğu ülkelerde soluk alabilir ve gerçek anlamını bulabilir. İran romanı bence daha yaşıyor diyemeyiz, yaşamak istiyor ancak birçok nedenden dolayı yaşamıyor. Türkiye romanı benim okuduğum ve çevirdiğim romanlar, örneğin Orhan Pamuk’ın, Ahmet Altan’ın romanları, bunların dünyaya bakışı açık bir bakıştır, doğal olarak bu açık bakış birçok yazarlarda görebiliriz İranda, ancak bunu bir yazı olarak gösteremiyorlar, yansıtamıyorlar. Türkiye’nin romanının ileride olmasının bir başka nedeni de Avrupa gibi açık toplumlarla olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır, kitapların üzerlerinde yapılan reklam çalışmaları olabilir, örneğin, duyduğuma göre Yaşar Kemal eserlerini yazar yazmaz başka dillere çevriliyor, Gallimar gibi yayıncılar tarafından yayımlanıyor, fakat -ne yazık ki- İran romancılarının kitapları yeterince tanıtılmıyor. Öyle bir mekanizma oluşturulmalı ki yazarlar kendi eserlerini tanıtabilsinler. Bu eserler çevrilmeli, İranlı yazarlar bu olanaklara sahip değiller; oysa ki Türk romancıların bir çoğunun bu tür olanaklara sahip olduklarını düşünüyorum.

 

Meryem Reisdânâ: Okuduğum kadarıyla Türkiye ve İran’daki yaşam koşullarında sosyal ve siyasal anlamda ortak yönler, benzerlikler var. Bu durumlar her iki ülkenin edebiyatına yansımıştır, sanıyorum günümüzün en önemli tarihçileri -İran da ya da Türkiye’de olsa- bu romancılardır; bunların temel gayeleri elbette öncelikle öykü ve roman yazmaktır, ancak okurlar bu ürünleri okuduklarında bu ülkelerin geçmişinde cereyan etmiş olayları da öğreniyorlar, örnek olarak İsyan Günlerinde Aşk  Altan’ın bu kitabını okuduğumda çok rahatlıkla ve açıklıkla İran’ın yaşadığı meşrutiyetle (1906) darbe yılları (1953) arasında yaşananları gördüm. Bu açıklıkla iki komşu ülkenin ortak yaşadıklarını gösteriyor bize. Diğer taraftan dünyada mevcut olan akımların her iki ülkenin edebiyatlarında var olduklarını gözlemliyorum, örnek olarak büyülü realizm dediğimiz  akım Arsız Ölüm kitabında romanın içindeki bu atmosfer büyülü realizme olan ilginin izlerini gösteriyor, İran’daki Moniru Revanipur’un Batık Ehli  adlı romanına çok benziyor. Tabii ki her biri kendi yerlerini, biri İran’ın güneyini, diğeri Türkiye’nin köylerini dile getirmiştir, buradaki hareket çizgileri ve yönler birbirine çok benziyor, fakat mevcut olan farklılık Türkiye’deki yazarların toplumun kendilerine yaratmış olduğu daha rahat bir konumdur, bu sosyal anlamdadır. Bu sadece şu andaki yıllar değil olağan süreçten söz ediyorum ister şah zamanında olsun ister şimdiki zaman olsun, Türk yazarlar bundan yararlanmıştır, ortak yazınsal akımlar olmasına rağmen siyasi akımların benzerlikleri olmasına rağmen, Türk yazarları için ne mutlu, İran yazarları için ne yazık ki değişik koşullar olmuştur, Türkiye’de Türk halkının bilinçli ve uyanık olması yazarlarına bu atmosferi yaratmıştır, biz İran’da birçok sorunla karşı karşıyayız, bu sadece devlet ya da hükümetler sorunu değildir, nihayet hükümetler de halkların iş başına getirdiği erklerdir…

 

KülEleştiri: Bu baskı ortamı nedeniyle İranlı yazarların yaşadığı dezavantajları Türk yazarlar da Avrupalı ve Amerikalı meslektaşlarına kıyasen yaşamıyorlar mı, ne dersiniz?..

 

Meryem Reisdânâ: Buradaki yazarlar Avrupa’daki yazarlara ulaşmaya çalışıyorlar, İran’da ise yazarlar şairler edebiyatçılar böyle bir koşula varmak için uğraş vermiyor değiller. Bu çok önemli ve iyi bir belirtidir, İran’da kitap çeşitliliği ve zenginliği var, bu da elbette yazarların çabalarının bir sonucu. Özellikle bu çabanın kadınlar arasında daha yüksek olduğunu görüyoruz, üstelik onlar daha farklı dezavantajlar içindeler…

 

 

KülEleştiriİran’da yaşayan yazarlarla İran dışındaki yaşayan ve yazan yazarlar arasında üretim noktasında farklılıklar görüyor musunuz?

 

Ali Rıza: Bu sorunun yanıtı biraz karmaşıktır, ben düşünüyorum ki İran’da yaşayan yazarlar, romancılar çok çetrefil ve şaşılası sorunlarla karşı karşıyalar, resmi çevrelerin tutumu bu yazarların elini kolunu bağlıyor, biri budur, başka bir boyutu da şudur, yazarlar otosansür içinde yaşıyorlar, bu da tarihsel bir sürece dönüşüyor, elbette o ülkenin tarihsel sürecine dahildir. Bir yönüyle de bu, insanların içindeki koşullara göre değişiyor, insan açık seçik olarak yazamıyorsa, insan düşündüğü şeyi yazamıyorsa o “yazı” olamaz ki, diğer taraftan yazar yaşamak istiyor, kitabının yayımlanmasını istiyor, para kazanmak, telif ücreti almak istiyor; kitabının yayımlanması için yazar iki yandan sansüre tabi tutulmakta; bir yandan resmi çevrelerce bir yandan da içinde yaşamış olduğu tarihsel süreç ve onun karanlık baskısından… bu sansürle, dışarıdan yazara sen bunu yazabilirsin şunu yazamazsın deniyor, bir yazar düşüncelerini nasıl yaşatabilir ve onları nasıl yansıtabilir? Bence romanın zayıf olduğu ülkelerde ilerleme imkânı yoktur, roman demokratik bir atmosfer ister, herkesin konuşabildiği atmosfer, kendi düşüncelerini dile getirebilsin, böylesi bir atmosferde ancak roman ilerleyebilir.

 

KüleleştiriEdebiyat sanat sizin yaşamınızda ne ifade ediyor?

 

Meryem Reisdânâ:  Benim için edebiyatın çok farklı yönleri var, birisi tattır, birisi gereksinimdir. Yazmaya gereksinimim var, yazı yazmayı benden alırlarsa belki bu dünyada neci olduğumu söyleyemem. Ben yazarak bir dinginliğe ulaşıyorum, benim yazılarımın büyük bölümü sosyal yaraların ve acıların dile getirildiği yerlerdir, ben bunları yazarken bunlar benim tanık olduğum acılar ve yaralardır, bir yerde de herkesten her şeyden önce benim için rahatlatıcı bir öğedir, diğer taraftan benim yazmaktaki esas gayem, arzum ve istediğim şey okura, yaşadığım toplumun kültürüne ve yarınına etkisi olmasıdır. Bizim gayemiz tabii ki kağıt karalayıp depolamak değildir, gayemiz halkın bunları okuması, topluma etki etmesidir. Etrafımızda bu kadar cinayetler ve zulümler yaşanıyorken ben bunlara karşı kayıtsız kalamam ama hemen söylemem gerekir ki ben bir öğretmen değilim toplumun öğretmeni de değilim ama şunu diyebilirim ki edebiyat manevi vahşeti aşağı çekebilmelidir. Ne mutlu o topluma ki hem kitap okumaktan tat alır, hem de o kitap o toplumun kültürüne etki eder…

 

Ali Rıza Seyfeddini: Lucas bir yerde şöyle diyor: “Yaşıyor olmak değişik olabilmekdir.” Bu değişik olabilmeyi insan kendi içinde duyumsadığında bunu göstermeyi sever. Ben çocukken Dostoyevski’nin eserlerini okurdum, onu çok beğenirdim. Ondan önce bir takım duygularım vardı, onu okumadan önce kendime kuşkuyla baktığım oluyordu, doğal birisi olmadığımı hissediyordum; içimde var olan bu hislerin daha çok delilerin hisleri olduğunu düşünürdüm, Dostoyevski’nin eserlerini okuduktan sonra, bir dinginliğe ulaştım, bir arkadaş bulduğumu hissediyordum, benden daha deli olan bir arkadaş… Ben de kendi çılgınlıklarımı yazmak istiyordum ve benim yazılarımla insanlar arasında bir ilişki oluşup oluşmayacağını düşünmedim, öyle bir kaygım yok, bu nedenle halkçı edebiyattan bahsedildiğinde ben ne olduğunu anlamıyorum…

 

Küleleştiri: İran’daki genç şair ve yazarların durumu nedir; birlikte hareket edebiliyorlar mı, dergicilik ve yayıncılık ne düzeyde?

 

Ali Rıza Seyfeddini: Kitabın yazılmasından tut yayınlanmasına kadar sorunlar tüm yazarların sorunu olabilir, fakat ben şahsen edebiyat üzerinde siyasi sorunlardan ve İran’ın siyasi sorunlarından değil “edebiyatı” konuşmayı yeğlerim; İran’da yapılan eleştiri ve irdelemeler, şu anda önemli bir dönemi geçirmektedir. Daha önce çok uzun olan bir dönem vardı, İran edebiyatına tarihsel bir bakıştı, İran öykülerinin irdelenişi ister kısa öykü olsun ister roman olsun, tarihsel açıdan, çokça irdelenmiştir. Bence böyle bir bakış genelleştirilmiş bir bakıştır, böyle bir bakış İran’ın yeni romanlarını irdelemek için çok eskimiş bir bakıştır, biz bakışımızı o genellemeden sıyırıp havadaki bir uçağın topluma baktığı gibi eserlerin üzerinden geçip gitmemeliyiz, inip yakından görmeliyiz hatta bütünü değil sözcük düzeyine inmeliyiz. Bu ise ürünlere teknik bir bakıştır, üründen bir özet verme işi değildir, hatta bunun atomist bir bakış olduğu bile beni ilgilendirmiyor, şayet böyle bir inceleme yapılmamış olsa İran romanlarında ilerleme söz konusu olamaz. Bizim tabii ki ülkemizde başka sorunlar da var, edebi faaliyetleri dönemlere bölmek istersek ki bu dönemler edebi hareketlere dayanır, iki dönemden söz edebiliriz, birisi siyasetin edebiyata dayanak oluşu dönemidir, diğeri ise siyasetten kaçışın söz konusu olduğu dönemdir. Birçoğu benim siyasi olmadığımı söylüyor, ancak bence bu edebiyatın edebiyetini anlayabilmemiz için siyasetten kaçmamız gerektiği anlamına gelmez, siyasetten kaçışlar kaçınılmaz olarak edebiyat anlamına gelmez, bence siyaseti anlamalıyız, bir yazar siyaseti anlamalı, zararlı yanlarını bir yana bırakıp yazıları içinde parçalamalı onu ve edebiyatın kendi dayanakları peşinde olmalı, her şey edebiyat için bir araçtır, tüm o öğeleri politikayı sosyolojiyi kendi içinde parçalamalı ve yedirmelidir, edebiyatin dayanağı sadece edebiyat olmalıdır.

 

Meryem Reisdânâ: Benim bir önerim var, Avrupa Birliği olduğu gibi yazarlar birliği de olmalıdır. Bu, Ali Rıza’nın söz ettiği sorunlara bir yanıt olabilir. Çünkü böylesi bir birlikle bir yazar eserlerinin başka bir dile çevrildiğini görünce… böylesi bir birlik, örneğin Türkiye ile İran arasında, kendi yazarlarının eserleri -yazınsal ve sanatsal değeri olan eserlerden söz ediyorum- güncelken çevrilmesi, örneğin bizim Hidayetimizin ve Çubekimizin 50 yıl sonra çevrilmesi üzücüdür, benim sözünü ettiğim bu birliğin yapabileceği şeylerden biridir. Örneğin, geçen yıl İran’la Türkiye yazarları arasında çok yararlı bir toplantı oldu (Komşu  Aç Kapıyı 1. İran- Türkiye Edebiyat Günleri mayıs 2004). İki ülkenin çok zengin edebiyat kültürünün olması birbirlerine yardımcı olmalarına büyük rol oynar. Yazarların siyasi yazıp yazmaları konusuna gelince bizim öyle yazarlarımız var ki örneğin Sâdık Hidâyet gibi yazarlarımız, bakışları siyasidir, Hidayet sürekli siyasi bakmıştır, arkadaşları da siyasidir, bir siyasi toplantı yapmak istediklerinde, yaptıklarında da onun evinde yaparlar, ama hiçbir zaman o anlamda siyasi yazmamıştır ve zamanla Hidâyet’in topluma bıraktığı etki, bakışı ve kalemi onun evinde toplantı yapan, bıraktıkları etkiden ve insancı düşüncelerinden öldürülmüş ve işkence gören insanlardan daha fazla olmuştur, siyasi düşüncelerden kaçışın her zaman kurtuluş getirdiğini görmekteyiz, doğal olarak politize olmuş bir ülkede siyasi yazarların olması da çok doğaldır, fakat bir dönem sonra yazarlar siyasetten uzaklaşırlar çünkü siyasetten yorulurlar, kendi bireyliklerine ve bireyselliklerine sığınırlar; bu bireylik içinde çok önemli ürünler verdikleri de görülür. Bozorg Alevi gibi  siyasi yazan yazarların eserlerini okuyan okurları var. Hapishane günlüğü kitabı Hidâyet’in eserlerinden sonra en yüksek tiraja sahiptir.

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

en_USEnglish